“Hz. Peygamber ve Fütüvvet” başlıklı 14. DOST İslâm’a Hizmet Ödülleri takdim töreni 3 Aralık günü İstanbul’da gerçekleştirilecektir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (s.a.s.) doğumunun yıldönümünü ve herkesi tevhid bayrağı altında toplayan sevgisini idrak etmek gayesiyle her yıl verilmekte olan “DOST” İslâm’a Hizmet Ödülleri” 3 Aralık 2017 Pazar günü Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek olan törenle sahiplerini bulacak.
“Hz. Peygamber ve Fütüvvet” başlığı ile düzenlenecek gecede takdim edilecek 14. “DOST” İslâm’a Hizmet Ödülleri, Türkiye’den Prof Dr. Fuat Sezgin’e ve yurtdışından Emir Abdülkadir Cezayiri’ye veriliyor.
Ödül töreninde açılış konuşmalarının ardından Harakâni Vakfı başkanı Yavuz Uzgur “Hz. Peygamber ve Fütüvvet” başlıklı bir konuşma yapacaktır.
ÖDÜL TÖRENİ TARİHİ: 3 Aralık 2017, Pazar, Saat: 19:00
ÖDÜL TÖRENİ YERİ: Haliç Kongre Merkezi, Haliç Salonu
Katılım, herkese açık ve ücretsizdir.
***14. DOST – İslâm’a Hizmet Ödülleri Takdim Gecesi canlı yayını, Nefes Yayınevi A.Ş. tarafından gerçekleştirilmektedir.
Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî
Cezayir emiri Abdülkâdir el-Cezâirî 1807 yılında Batı Cezâyir’in Oran şehrine bağlı Kaytana köyünde dünyaya geldi. Soyu Hz. Hasan efendimize dayanan Emir Abdülkadir’in babası Muhyiddin efendi bir Kādiri şeyhi idi. Temyiz çağına kadar babasının gözetiminde köklü bir eğitim aldı ve küçük yaşta hâfız oldu. Aynı zamanda iyi bir at binicisi ve keskin nişancı olarak yetişti. Daha gençliğinde dînî ilimlerdeki kudreti, insanları teshîr eden hitâbeti, İslâm tarihine dair geniş malûmatı, cesareti, takvâ ve fazîleti ile şöhret buldu.
1825 yılında babasıyla birlikte çıktığı Hac yolculuğu esnasında döneminin ünlü simâsı Şeyh Şâmil ile görüştü. Hac görevini tamamladıktan sonra Şam’da Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den Nakşibendiyye icâzeti, bir müddet kaldığı Bağdat’ta da Mahmûd el-Geylanî’den Kâdiriyye icâzeti aldı.
1830 yılında ülkesinin Fransız işgâline uğradığını duyar duymaz Cezayir’e döndü. Bölgedeki kabileler düşmana karşı koymak için babası Şeyh Muhyiddîn’in etrafında toplandılarsa da, o yaşlılığını gerekçe göstererek yerine oğlunun gelmesini istedi. 1832’de, “Emîrü’l-Mü’minîn” seçilen Emir Abdülkâdir, Fas Sultanı Abdurrahman’ın halifesi sıfatıyla Fransızlar’a karşı mücâdeleye başladı.
Emir Abdülkadir der ki;
“Devlet işlerini hırs, gurur, güç arzusu yahut bu fâni dünyanın çıkarları için yürütme iznini kendimize vermedik; tam tersine – ve Allah kalbimin en derininde bunun olduğunu bilir – Allah için, kardeşi kardeşe kırdırarak Müslüman kanının akmasına son vermek, Müslümanların mülklerini savunmak için ve ülkede imanın ve vatanseverliğin gerektirdiği sükûneti sağlamak adına devleti yönetmek sorumluluğunu yüklendik.”
1837’de imzalanan Tafna Antlaşması ile ülkenin büyük bir kısmını hâkimiyeti altına aldı ve İngiltere’den getirdiği silâhlarla düzenli bir ordu kurdu.
Savaş esirlerine uygulanmak üzere insancıl bir yönetmelik oluşturarak kendisine karşı savaşanların dahi saygısını kazandı.
Kral Louis Philippe’e yazdığı mektubunda şunları söylemiştir.
«Esir olarak yanında bir Fransız ya da Hristiyan barındıran her Arap, onlara davranış biçiminden sorumlu tutulur. Yemek ve barınma bakımlarından esirlerle kendi ordumuz arasında hiçbir ayrım yapmadık.»
Fransızların Tafna Antlaşması’nı ihlâl etmesi üzerine, 1939’da yeniden cihâd ilân etmek zorunda kaldı.
1840’ta savaş Cezayir’in her yanına yayıldı. Emîr Abdülkadir küçük bir kuvvetle Fas’a sığındıysa da, sultanın kuvvetlerinin Fransız birliklerine yenilmesi üzerine 1847’de teslim oldu. Kırk kadar savaşa komutanlık yapan Emir Abdülkâdir teslim olurken dudaklarından şu kelime döküldü: “Kader!”
İskenderiye veya Akkâ’ya götürüleceğine dâir verilen söze rağmen Fransa’da beş yıl esir olarak tutuldu.
Fransa kralınca tebaasına girmesi karşılığında kendisine büyük bir armağan verileceği söylendiği zaman şu cevabı verdi: “Kral namına bana bütün Fransa’nın tüm zenginliğini teklif etseniz ve bu zenginliği şu cübbemin üzerine yerleştirseniz sizin tebanız olmayı hatırımdan dahi geçirmem. Ben burada sizin misafirinizim. İsterseniz beni hapse atın. Ancak bu utanç bana değil size ulaşacaktır.”
1852 ‘de III Napolyon tarafından şu sözlerle serbest bırakıldı.
«Size şu andan itibaren özgür olduğunuzu bildirmek isterim (…) yakın geçmişte Fransa’nın düşmanıydınız ancak cesaretinizin, karakterinizin ve zor şartlar altındaki tevekkülünüzün hakkını veriyorum. Bu nedenlerden dolayı, vermiş olduğunuz sözlere tamamen güvenerek, esaretinize son verme şerefine sahibim.»
Bunun üzerine Osmanlı Topraklarına giderek Sultan Abdülmecid’in Bursa’da kendisine tahsis ettiği konağa yerleşti. 1855’de gerçekleşen büyük depremin ardından buradan ayrılarak Şam’da yaşamaya başladı.
Cebel-i Lübnan’da patlak veren ve Şam’a kadar yayılan Dürzî isyanına bizzat müdahale ederek onbeşbine yakın Hristiyanı işkence ve ölümden kurtardı. Bu olay sırasında göstermiş olduğu olağanüstü gayretler Doğu’da ve Batı’da büyük takdir topladı.
“Kafkasya Kahramanı” olarak anılan Sufi İmam Şâmil’in bir mektubuna verdiği cevapta der ki:
« Hristiyanlar için yaptığımız dinî ve insani bir ödevdi (…) gerçek mânâda adaleti pek az mü’minin sağladığı bir dönemde yaşıyoruz.
Dolayısıyla ahmaklar; kabalığın, zulmün, haksızlığın ve tahammülsüzlüğün İslamiyet’le âlâkalı olduğunu sandı… umarım ki Rabbimiz bizlere yeterli sabrı verir. »
Yine İmam Şamil’e yazdığı bir başka mektubunda der ki; « Hristiyan kitleleri koruma altına alarak –imkânlarımız ve gayretlerimiz ölçüsünde– onlara can ve mal güvencesi sağlayışımız, sizin de pek iyi bildiğiniz gibi, sadece ilâhi inancımızın ve insan olma sorumluluğunun bizden istediklerini yerine getirme arzumuzdandır.»
Abdülkadir cesur akıllı ve dindar bir idareciydi. O aynı zamanda iyi bir şair , değerli bir fikir adamıydı. Tasavvufî düşüncede Ekberiyye ekolünü benimsemiş olan Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî’nin kaleme aldığı eserlerin sayısı kaynaklara göre farklılık göstermekle birlikte:
– “Kitabü’l-Mevâkıf fî ba’zı işârâti’l-Kur’âni ile’l-esrâr ve’l ma’ârif”,
– “Zikra’l-âkîl ve tenbîhü’l-gâfil”, (Felsefi ve tasavvufi meseleleri işlediği bu eserini Bursa’da kaleme almıştır.)
– “El-Mikrâdu’l-hâdd li-kat’ı lisâni müntekıdı dîni’l-İslâm bi’l bâtılı ve’l-ilhâd”,
– “Risâle fi’l-hakâiki’l-gaybiyye”,
– “Nüzhetü’l-hâtır fî karîzi’l-Emîr Abdülkâdir” ve “Ta’lîkât”. Başlıca eserleri olarak sayılır.
Emîr Abdülkadir Kraliyet Basımevi’ne yaptığı ziyaret sırasında:
« Bu sabah savaş toplarının muazzam atışlarına tanıklık ettim, şimdi ise düşünce toplarının karşısındayım. Şehirleri çevreleyen surları yıkabilecek silahları görmüştüm; şimdi ise krallarla savaşabilecek, devletleri haberleri dahi olmaksızın devirebilecek makinaları görüyorum! » demiştir.
1883 tarihinde Şam’da vefat eden Emîr Abdülkâdir, tasavvufta en çok etkilendiğini söylediği İbnü’l- Arabî’nin türbesine defnedildi. Cezâyir istiklâline kavuştuktan sonra Naaşı, buradan alınarak, 5 Temmuz 1966’da el-Aliye Mezarlığı’ndaki şehitler bölümüne nakledildi.
Prof. Dr. Fuat Sezgin
Prof. Dr. Fuat Sezgin 24 Ekim 1924 tarihinde Bitlis’te doğdu. İlkokulu Doğubeyazıt’ta, ortaokul ve liseyi Erzurum´da bitirdi. 1943 yılında matematik mühendisliği okumak için İstanbul´a geldi. Ancak, tavsiye üzerine seminerine katıldığı Alman şarkiyatçı Hellmut Ritter’in, “bilimlerin temelinin İslâm Bilimleri’ne dayandığı” söylemi tüm düşüncesini değiştirdi. Bunun üzerine matematik mühendisliği okumaktan vazgeçerek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü‘nde “İslâmî Bilimler ve Oryantalizm” alanında öğrenime başladı.
1947 yılında “Bedî’ İlminin Tekâmülü” konulu tezini tamamladıktan sonra, gene Hellmut Ritter danışmanlığında “Ebû Ubeyde Me’mar İbn el-Müsennâ´nın Mecâz’ül-Kur’ân’ındaki Filolojik Tesiri”ni konu alan ikinci tezini hazırladı. Mecâz’ül-Kur’ân’ın Tenkidli neşrini hazırladı.
1951 yılında Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Daha sonra 1954 yılında Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde, “Buharî’nin Kaynakları” başlıklı doktora tezini hazırladı. Bu teziyle, hadis kaynağı olarak önemli bir yere sahip olan Buhari’nin, bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, yazılı kaynaklara dayandığı tezini ortaya koydu.
1960 yılındaki askerî darbe hükümeti tarafından 147 akademisyenin üniversitelerden uzaklaştırıldığı listede onun adının da bulunması üzerine, çalışmalarına Frankfurt Üniversitesi’nde devam etti. 1965 yılında Frankfurt Üniversitesi Doğa Bilimleri Tarihi Enstitüsü´nde “Câbir ibn Hayyân” üzerine ikinci doktora tezini hazırladı, bir yıl sonra da profesör ünvanını aldı.
1967 yılında insanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar sahasında yazılan en kapsamlı eser olan “Arap Literatürü Tarihi”nin ilk cildini yayınladı. 17 ciltten oluşan eserin bugünlerde 18. si olan Felsefe cildini yazmaktadır.
1978 yılında Kral Faysal İslâmî İlimler Ödülü’ne lâyık görülen Prof. Dr. Fuat Sezgin, verilen bu destekle 1982 yılında, Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi´nde “Arap-İslâm Bilimler Tarihi Enstitüsü”nü, 1983 yılında ise “İslâm Bilim Tarihi Müzesi”ni kurdu. Bu müzede, İslâmî kültür çevresinde yetişen bilim insanlarının geliştirdiği bilimsel alet, araç ve gereçlerden oluşan 800’den fazla örnek sergilenmektedir. Ayrıca bu binada, dünyanın her yerinden 45 000 ciltlik kitap ve 10 000’e yakın mikrofilm arşiviyle oluşturduğu “Bilimler Tarihi Kütüphanesi” bulunmaktadır. Bu kütüphane, İslâm Bilimler Tarihi bakımından dünyada tek olma özelliğine sahip bir ihtisas kütüphanesidir. 2008 yılında kurulan ve içinde yaklaşık 700 eserin bulunduğu “İslâm Bilim ve Teknoloji Müzesi” ise Gülhane Parkı’nda yer almaktadır.
Prof. Dr. Fuat Sezgin’in bu müzelerdeki aletleri tanıtıcı mahiyette yazdığı 5 cilt ve toplamda 1121 sayfalık “İslâm’da Bilim ve Teknik” adlı katalog eseri bulunmaktadır. Böylesi kapsamlı bir müze kataloğu ilk defa yazılmış; Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak 4 dilde yayınlanmıştır.
2010 yılında İslâm Bilim ve Teknoloji Müzesi’nin faaliyetlerini desteklemek amacıyla “İslâm Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı”nı kuran Prof. Dr. Fuat Sezgin; 2013 yılında Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde “Prof. Dr. Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Enstitüsü”nün, 2015 yılında da “İslâm Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı Yayınevi”nin kuruluşuna öncülük etmiştir. Bu vakıf tarafından yayınlanan kitapların geliri de öğrenci burslarına tahsis edilmektedir.
Uluslararası düzeyde çeşitli akademilerin üyesi olan Prof. Dr. Fuat Sezgin, çok sayıda ödül ve nişana lâyık görülmüştür.
Benim mensub olduğum bir ilim, kültür ve medeniyet dünyasi var, bizler köksüz ve sahipsiz değiliz. Cok derinlere inen sağlam bir medeniyete beşiklik etmişiz. Fakat yüzyillardir bu medeniyetin görmezden gelindiğini, hakkinin yenildiğini, tahkir edilip bütün yaptiklarinin da elinden alindigini ve ona zulmedildiğini gördüm. Islam medeniyetinin bu göz kamastiran birikimini ve dünya bilimine yaptigi büyük katkilari, bunun farkında olmayan dünyaya tanitmayi gaye ittihaz ettim. Bu gayretimin bir kismi sadece bilim dünyasına hizmet, ama diğer cok mühim bir gayesi ise koskoca bir Islam aleminin yitirmiş olduğu kendine hürmeti, güveni ve insanlik tarihindeki yerini hatırlatarak, kaybettiklerini iade etmek içindir.
Bati medeniyeti, Islam medeniyetinin çocuğudur. Bilimler eski Misir, Babil, Yunan, Islam ve Avrupa yolunu takip etmiştir. Bati bilimi adina ortaya konulanlar, Islam billimlerinin bir devamidir.
Umumiyetle dinin veya dini bir müessesenin gerilemede mesul olduğuna inananlar var. Ben bunu tamamiyle reddediyorum. Islam dini, ilimleri, hic bir medeniyette tanimadigim bir sekilde geliştirdi ve zirveye cikardi. Himaye etti.
Bu yol, çileli bir yoldur, bitmeyen bir azim ve gayret ister. Kitaplarin hangi kütüphanelerde veya özel kolleksiynlarda olduğunu takip etmek, arastirmalarin izini sürmek; fakat bilhassa ehil bir hoca bulmak… ..Islam medeniyeti dünyasinin bu kadar inkisafinda en büyük ve temel unsurlardan birisi Müslümanlarin ilimleri hocalardan öğrenmeleridir. Hoca eğitimin vazgeçilemeyecek bas ustasiydi.
14. DOST İslâm’a Hizmet Ödülleri Takdimi Töreni
Lâ Edrî Topluluğu Türk Tasavvuf Mûsikîsi Konseri
Video Albümü
Fotoğraf Albümü